Hazırlayan: Dr. Mustafa SÜTLAŞ
Haber:
Tarih:19-05-2005
Kaynak: Milliyet Başlık: Tıbbi hatalar her yıl 100 bin can alıyor
ABD’de,
bazı ilerlemeler kaydedilse de, tıbbi hataların her yıl 100 bine
yakın kişinin ölümüne neden olmaya devam ettiği
bildirildi. Journal of the American Medical Association’ın
(JAMA) yaptığı araştırmaya göre, Amerikan Tıp Enstitüsü’nün
2000 yılında tıbbi hataların her yıl 98 bin kişinin ölümüne
neden olduğunu açıklamasından bu yana bazı hastanelerde
önlemler alınsa da ölenlerin sayısında azalma olmadı.
Araştırmacılar, bu sorunun giderilememesinin, tedavi sisteminde
karışıklıklar, doktorların hatalarını kabul etmemesi ve hataların
neden olduğu masrafların ödenmesine ilişkin güvence
sistemine bağlı olduğunu kaydettiler. Amerikan Tıp Enstitüsü’nün
hastaneleri hastanın güvenliğine yoğunlaşmaya teşvik ettiği, bu
yaklaşımın bazı tedavi merkezlerinde hata ve ihmale bağlı ölüm
ve hastalık oranlarını yüzde 93 oranında azalttığı belirtildi.
Bir
Sunum:
Kaynak:
Tıbbi hatalar ve hatasız kültür oluşturma ilkeleri; Metin
Çakmakçı (Hasta Güvenliği, Tıbbi Hatalar ve
Akreditasyon Toplantısı-26.4.2003-Siyami Ersek Hastanesi-Düzenleyen
HÜFAM-HATEK)
Tıbbi
Hataların Sıklığı/ABD
(Harvard
Medical Practice Study)
*Hastaneye
yatışların %3,7'sinde yatış süresini uzatan ve/veya taburculuk
sırasında bir ek soruna neden olan, sonuçta zarar veren bir
tıbbi yan etki vardır.
*Bu
yan etkilerin %58'i tıbbi bir hataya ikincildir (önlenebilir yan
etki)
*Toplam
olayların %13,6'sı ölümle, %2,6'sı kalıcı bir sakatlıkla
sonuçlanmaktadır.
*En
sık karşılaşılan sorunlar:
-İlaç
komplikasyonları(%19), -Yara infeksiyonları (%14) -Teknik
komplikasyonlar(%13)
(Colorado&Utah
Study)
*Hastaneye
yatışların %2,9'unda bir yan etki saptanmıştır.
*Bunların
%53'ü tıbbi bir hataya ikincildir.
*%6,6'sı
ölümle sonuçlanmıştır.
*Yan
etkilerin %44,9'u ameliyatlara bağlıdır.
*Bu
olaylardan en çok sorumlu olanlar:
-Cerrahlar
(%46,1) -Dahiliyeciler(%23,2)
Bir
Mesaj:
Kaynak:
Dr. Murat Kınıkoğlu Başlık: 'Tıp tepmesi'ne dikkat!
Amerika'da
her yıl 250.000 kişi hastanede yatarken 'tıp tepmesi'nden, bir diğer
deyimle 'tıbbi hatalar' yüzünden ölüyormuş. Yani
şöyle diyebiliriz; Amerika'da her yıl 250.000 bin kişi hastaneye
gitmese yaşayacak, gittiği için ölüyor....
12.000
hasta 'Gereksiz yere ameliyat edildiğinden ölüyor.'
7.000
hasta 'Hastanede yanlış ilaç verildiğinden ölüyor.'
31.000
hasta 'Hastanedeki diğer yanlışlardan ölüyor.'
80.000
hasta 'Hastanede kaptığı mikroptan (hastane enfeksiyonlarından)
ölüyor'.
120.000
hasta 'Verilen ilaçların yan tesirleri yüzünden
ölüyor.'
Toplam
250 bin hasta....
*
Acaba Türkiye'de her yıl kaç kişi hastanelerde 'tıp
tepmesinden' ölüyor?
*
Acaba Türkiye'de her yıl kaç kişi ilaçların yan
tesirleri yüzünden ölüyor?
*
Kaç kişi boş yere ameliyat ediliyor?
Boş
yere ameliyat deyince birden aklıma geldi; Avrupa'da sezaryenle doğum
oranı %20'nin altında iken İstanbul'da % 39.7 imiş.
Bir
Belge:DÜNYA TABİPLER BİRLİĞİ'NİN TIPTA YANLIŞ UYGULAMA KONULU
BİLDİRGESİ
(MALPRACTICE
BİLDİRGESİ- 1992)
Bazı
ülkelerde tıbbi yanlış uygulamalarla ilgili davalar artmaktadır
ve ülke tabip birlikleri bu sorunu tartışmaktadır. Bir grup
ülkede ise bu konu henüz gündemde değildir, ancak o
ülkelerin tabip birlikleri de dikkatli olmalıdırlar.Bu
bildirgede DTB; tabip birliklerini tıbbi yanlışlıklar ve yasal
başvurular konusunda bilgilendirmek istemektedir. Her ülkenin
yasaları ve hukuk sistemi, sosyal gelenekler ve ekonomik durumu
elbette aşağıda belirlenenleri etkileyebilecektir. Yine de, DTB,
bildirisinin tüm tabip birliklerini ilgilendireceğine
inanmaktadır.
1.
Tıbbi yanlış uygulama davaları aşağıdaki bir ya da birden çok
gerekçe nedeniyle artmıştır:
a)
Tıbbi bilginin artması, tıbbi teknolojinin gelişmesi, hekimleri
geçmişte yapamadıkları bazı işlemleri yapmaya itmektedir, bu
ilerlemeler, çoğunlukla ağır riskleri de içerir.
b)
Hekimler üzerinde, tıbbi hizmetlerin artan maliyeti ile ilgili
baskı vardır.
c)
Elde edilebilir, varolan sağlık hizmetine ulaşma hakkı, garanti
edilemeyen sağlıklı olma ve kalma hakkı ile karıştırılmaktadır.
d)
Medya; hekimlerin yeteneği, bilgisi, davranışı ve hastaya yaklaşımını
sorgulayan olumsuz tutumu ile hastaları hekimlere karşı dava açmaya
teşvik etmektedir.
e)
Artan davalar karşısında defansif (=korumacı-çekinik tıp)
uygulamasının dolaylı olmayan sonuçları dava konusu
olmaktadır.
2.Tıbbi
yanlış uygulama ile tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen
ve hekimin hatası olmayan durumlar ayrılmalıdır.
a)
Tıbbi yanlış uygulama (malpractice); doktorun tedavi sırasında
standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi
vermemesi ile oluşan “zarardır”.
b)
Tıbbi uygulama sırasında; öngörülemeyen bilgi ya da
beceri noksanlığı sonucu oluşan ise; istenmeyen sonuçtur ve
bunda hekimin sorumluluğu yoktur.
3.Ulusal
yasalarda tıbbi zarar görmüş hastaların zararının
karşılanabilmesi için herhangi bir engel olmamalıdır.
a)İstenmeyen
sonuç hekim hatasına bağlı değilse, toplum hastanın zararının
karşılanıp karşılanmayacağına ve eğer karşılanacakta hangi kaynağın
kullanılacağına karar vermelidir. Ülkenin ekonomik koşulları bu
durumdaki hastalar için dayanışma fonları olup olmamasını
belirleyecektir.
b)Her
ülkenin yasaları tıbbi hataların zararlarının ödenmesi
için yöntemleri ve zarar kanıtlandığında ödenmesi
gereken miktarları belirlemelidir.
4.Ulusal
Tabip Birlikleri; hem hastalar hem de hekimler için adil ve
hakça bir ortam yaratmak için aşağıdaki faaliyetleri
yapmalıdırlar:
a)
Yeni teknolojinin içerdiği riskler konusunda halkı
aydınlatmak, bu tür tedavi ve cerrahilerde hastanın
bilgilendirilmiş onamını almak üzere hekimlere eğitim,
b)
Tıptaki sorunları ortaya çıkarmak ve sağlık hizmetlerinde
kaynak yetersizliği konusunda propaganda yapmak, kamuoyu oluşturmak.
c)
Okullarda ve sosyal ortamlarda genel sağlık eğitimi programlarını
yüreklendirmek,
d)
Tüm hekimler için, klinik eğitim deneyimi de dahil tıp
eğitiminin seviye ve niteliğini yükseltmek,
e)
Hekimler için tıbbi hizmetlerin niteliğini artıracak
programlar tasarlamak ve katılmak,
f)
Bilgi ve becerisi yetersiz olan hekimler için uygun
politikalar geliştirmek ve yetersizlik giderilene dek bu kişilerin
tıp uygulamaları yapmalarının engellenmesini sağlamak. Halkı ve
hükümetleri; savunmacı tıp uygulamasının çeşitli
yönleri konusunda uyarmak(doktorların riskli girişimlerde
bulunmama, hastaya el atmaması)
g)
Halkı; tıbbi uygulamalar sırasında önceden tespit edilemeyen
durumlar olabileceği ve bunların kötü uygulama olmadığı
konusunda uyarmak.
h)
Kötü uygulama dışında oluşmuş tıbbi hatalar konusunda
hekimlere sahip çıkmak,
i)
Tıbbi kötü uygulamalar için yasa ve yöntem
geliştirmeye katılmak
j)
Avukatların bu konuda uygun olmayan istekler ve davalar için
propaganda yapmalarına karşı aktif tutum almak.
k)
Kötü uygulama başvurularının mahkemelere gidilmeden
çözülmesi için yaratıcı yöntemler
bulmak.
l)
Hekimleri bu amaçla sigorta yaptırmaya teşvik etmek, eğer
hekim bir kurumda çalışıyorsa işverenin bunu ödemesini
sağlamak.
m)
Kötü uygulama olmaksızın bir zarar görmüş
hastaların zararlarının ödenmesi için yapılan işlemlerde
karar vermeyi kolaylaştırıcı danışmanlık yapmak.
(Bu
Bildirge 44. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu'nda Kabul
Edilmiştir.)
Genel
Değerlendirme:
DTB'nin
bildirgesinin 1. Maddesinde belirtilen saptamalara, bizim ülke
özgülümüzle ilgili olarak şunları da eklemek
gereklidir:
Sayıları
giderek artan ve eğitim tarzları “lise”ye benzeyen,
çoğu niteliksiz sağlık hizmet birimlerinde kurulmuş bulunan,
hem alt yapısı yetersiz, hem gerekli olanakları olmayan, hem de
eğiticileri kuramsal ve pratik bilgi bakımından yetersiz öğretim
üyeleri olan tıp fakültelerinde yetiştirilen, ortak-tek
bir merkezi sınava bile girmeden “hekim”
unvanıyla mesleki faaliyette bulunma yetkisi alan kişiler eliyle
sağlık hizmetlerinin verilmeye çalışılması bu alandaki
riskleri çok daha büyütmektedir.
Sağlık
hizmetlerinin basamaklı olmaması, tedavi edici sağlık hizmetlerine
artan nüfusun yarattığı talebe koşut olarak sayıları artmayan
yetersiz sağlık kuruluşlarının önünde bekleyen hastaların
yarattığı “baskı”, çalışma ortamını
giderek daha yoğun bir şekilde kötüleştirmektedir.
Kamu
eliyle verilen sağlık hizmetlerinde “rekabet”i
artırmaya yönelik “performans” adı verilen
uygulama, daha çok gelir elde gerekçesiyle yapılan
tıbbi işlen ve girişimlerin sayısını arttırmakta, diğer yandan
indikasyon alanlarını ve sınırlarını zorlayarak hata yapma
olasılığını yükseltmektedir.
Sağlık
hizmetlerinin kendi yağıyla kavrulmaya, kaynağını kendisi bulmaya
zorlanması, artan tıp teknolojisi maliyetlerinin küçülmemesi
nedeniyle aslında kalifiye elemanlarca verilmesi gereken
hizmetlerin, yeterli eğitim almamış ve/veya niteliksiz
elemanlarla yapılmasına yol açmakta, bu da istem dışı
olumsuzlukların artmasına yol açmaktadır.
Bu
bilgilerin ışığında giderek “özelleşen”
ülkemizdeki sağlık hizmetleri ortaya çıkan ve nedenleri
aslında yukarıda sayılan durumlardan dolayı daha çok sayıda
“sağlık hizmeti mağdurları” yaratmaya başladığını
söyleyebiliriz.
Bu
mağdurlar kuşkusuz öncelikle hastalar ve hasta yakınlarıdır. Ama
giderek hekimler ve onların yakınları da bu süreçten
mağdur olmaya başlamıştır.
Bu
mağduriyetlere karşı bulunan çözümlerden birisi
olarak, “mesleki mesuliyet sigortası”
gösterilmektedir. Aslında bu her zaman yaptığımız “kestirmeci”
bir yaklaşım ve “çözüm olmayan bir
çözüm”dür.
Mesleki
mesuliyet sigortası, bundan önce Sağlık Bakanlığı'nca
“Malpraktice yasası” diye bilinen yasa sırasında gündeme
gelmiş, oldukça ayrıntılı bir yasa taslağı bir kaç
farklı versiyonuyla hazırlanmış ve sonra “her nedense(?)”
vazgeçilmişti.
Şimdi
bu uygulama bu kez özel sigorta şirketlerinin girişimleriyle bir
yasal zorunluluk temelinde değil, bir gönüllü çaba
olarak gündeme getirilmekte ve başta hekimler olmak üzere
ilgili kesimler arasında tartışılmaktadır.
Bu
yazı söz konusu tartışmaya özellikle “hizmet alan
cephesinden” ve temel bir hak olan sağlık hakkının
gerekleriyle, hasta hakları açısından katkı yapmak üzere
yazılmıştır.
Arkada
yatan nedenler ve baskılar
Bu
uygulamanın temelinde iki farklı kesimden kaynaklanan bir “zorlama”
vardır. Giderek uluslararası ölçekte hizmet veren, dahası
uluslararası sigorta sistemlerinin mensuplarının tanı ve tedavi
hizmetlerini yapmaya soyunan özel sağlık sektörü, bu
sigorta şirketlerinden hak ettikleri hizmet bedellerini alabilmek
için bu “koşulu” yerine getirmek zorunda
bırakılmaktadır. Bu koşulu dayatan uluslararası (aslında Amerika
kökenli) bir akreditasyon kuruluşudur. Söz konusu kuruluş
kendi kontrolünden geçirerek akredite edeceği sağlık
kuruluşlarında çalışan hekimlerin mesleki sorumluluk sigortası
yapmalarını şart koşmaktadır. Bu özel sağlık kuruluşları söz
konusu akreditasyonu tamamlamadığı sürece, uluslararası sigorta
ve sağlık finans kuruluşlarının desteğini alamamaktadır. Dolayısıyla
mesleki sorumluluk sigortası konusunda ilk baskı uluslararası sigorta
şirketleri aracılığıyla söz konusu akreditasyon kuruluşundan
gelmektedir.
İkinci
baskı bu alanda finansmanı sağlayacak olan yerli sigorta
şirketlerinden gelmektedir. Söz konusu rakam büyük
olmasa da büyük bir kesimden gelecek olan düzenli
ödemelerin olacağı varsayımı, varılacak meblağın büyük
olacağı yolunda bir kestirime neden olmaktadır. Aslında giderek düzen
enflasyon ortamında sigorta ve diğer finans sistemlerine sıcak para
girişinin kesilmesi bu tür yolları gündeme getirmektedir.
Bunun bir benzerini giderek düzen faiz oranlarıyla banka
kartları üzerinden uzun vadeli taksitlerle düzenli fazi
geliriyle şişirilmiş borç ödemeleri şeklinde bir başka
finans kuruluşu olan bankacılık alanında gözlenmektedir. Bu da
bir anlamda yeni bir “kaynak bulma” arayışının yarattığı
baskıdır.
Bu
iki farklı kesimin baskısı ile hekimlerin hataları çeşitli
yollarla özellikle de “medya desteği” ile
daha yoğun ve ağır biçimde kamuoyunun gündemine
taşınmaktadır. Doğrudan doğruya “kâr”ı hedefleyen
bu baskı da dolaylı olsa bile özellikle sağlık sektörü
üzerinde önemli bir baskıdır. Daha şimdiden gönüllülük
temelinde olmasına karşın “mesleki mesuliyet sigortası”yapan
sigorta şirketi sayısı “on”lara yaklaşmıştır.
Yukarıda
yer verdiğim DTB bildirgesinde “mesleki mesuliyet sigortası”
konusu bildirgenin sonlarında, biraz da uygulaması “isteğe
bağlı” bir düzenleme olarak belirtilirken, onun daha
üzerindeki maddelerde yer alan (ki burada söz konusu
sigorta primlerinin işverence ödenmesi de önerilmektedir,
bu çok önemli bir nokta olup sonra değinilecektir) ve
aslında bu konudaki sorunların çözümü için
“mutlak” yerine getirilmesi gereken hükümlere
ilişkin herhangi bir çaba gözlenmemektedir.
Ülkemizde
Türk Tabipleri Birliği yasası başta olmak üzere, hekimlerin
ve diğer sağlık çalışanlarının mesleki eğitimleri ve
uygulamalarını düzenleyen ve denetleyen yasalardaki eksiklikler
ve değişiklik istemleri henüz yerinde dururken, hasta hakları
konusu uygulamada yenilik getirmeyen bir yönetmelik ile
geçiştirilirken ve sağlık hizmetinin sunuluşuna ilişkin çoğu
düzenleme eksikliklerinden kaynaklanan sorunlar yaşanırken,
hizmet sırasında yaşanan hak ihlallerinin ve ortaya çıkan
sorunların yasal olarak takibi ve gereğinin yapılması süreçlerinde
mağdurları bir kez daha mağdur eden durumlar söz konusuyken, bu
hak ihlâllerinin çok küçük bir bölümünü
içeren “tıbbi eksik-yanlış uygulama”
konusunun, “tazminat” boyutuyla ilgili
düzenlemelerin bile değil de, söz konusu tazminatın nasıl
ve hangi kaynaktan ödeneceğine ilişkin düzenlemelerle
belirlenmesine çalışmak, her şeyden önce yaşanan
sorunları “göz ardı etmek”, ya da “hafife
almak”, dahası bu süreçten de “sinekten
yağ çıkarma mantığı ile nasıl kâr ederim”
mantığıyla işe yaklaşmak anlamına geldiği gözden
kaçırılmamalıdır.
Tüm
bu nedenlerden dolayıdır ki “mesleki mesuliyet sigortası”
konusunun ardındaki gerçek nedenleri iyi bulup çözümlemek
gerekir.
Mesleki
kötü (yanlış) uygulama konusunu irdeleyecek olursak şu
unsurları da ortaya koymamız gerekir. Bu süreçteki
olumsuzlukların ancak küçük bir bölümü
doğrudan hekimin kusur ve kabahatlerinden kaynaklanmaktadır. Asıl
sorun yaratan durum hizmetin düzenleniş biçimi,
organizasyondaki, kontrol ve denetim sistemlerindeki eksiklikler ve
tüm bunları doğuran etkin bir şekilde “yönetmemek”ten
kaynaklanmaktadır. Bu “yönetim zaafiyeti” bu
hataların olduğu tüm süreçlere ister istemez etki
etmektedir. Ancak bu noktada da söz konusu zaafa “ses
çıkartmama” noktasında hizmeti verenlerin sorumluluğunun
olduğuna da işaret edilmelidir.
Tıbbi
Kötü Uygulama (Malpractis) nedir, nasıl oluşur?
Başta
da belirttiğim gibi; söz konusu süreçlerden yalnız
hizmet alan hastalar değil, onların yakınları çevresi, dolaylı
olarak ilişkide bulundukları kesimler ve son olarak hizmeti verenler
de etkilenmektedir.
“Malpraktis”(tıbbı
kötü-yanlış uygulama) tanımı mevcut uygulamalarda yetersiz
biçimde ele alınmaktadır. Malpraktis yalnızca bir girişimin,
bir tedavinin ya da uygulamanın(fiil'in) yanlış, eksik yapılması
demek değildir. Aynı zamanda yapılması gerektiği halde yapılmayan bir
işlem de bir mağduriyet doğurabilir.
Hekimler
“hastalık yok hasta var” diyerek her kişinin ve
durumun özgünlüğünü ve özgüllüğünü
vurgularlar. Sağlık hizmetleriyle ilgili eksik, yanlış ve hatalar ne
kadar somut olursa olsun, o durumdan ve o anda sürece katkıda
bulunan kişilerden kaynaklanan özgünlükler ve
özgüllüklerle örülü bir süreç
olduğu bu nedenle gözardı edilmemelidir. Modeller, şablonlar,
kesinleşmiş her yerde ve her durumda geçerli kurallar sağlık
hizmeti sırasında her zaman söz konusu değildir. Benzer biçimde
değerlendirmeler de zaman zaman oldukça öznel
olabilmektedir.
Bildirgenin
2. maddesinde yer alan “b)Tıbbi uygulama sırasında;
öngörülemeyen bilgi ya da beceri noksanlığı sonucu
oluşan ise; istenmeyen sonuçtur ve bunda hekimin sorumluluğu
yoktur.” şeklindeki ibareyi de doğru kavramak gerekir.
“Öngörülmeyen”
nitelemesi, burada iki farklı anlam içermektedir. İlk
anlamında bilinmediği için “öngörülemeyen”
durumlar kastedilmiş olabilir. “Bilinmeme” durumu
da iki farklı biçimde gündeme gelebilir: İlki henüz
bu bilgiyi tıp biliminin ortaya koymamış olmasıdır ki bu durumda
gerçekten uygulamayı yapanın bir sorumluluğu szö konusu
olamaz. Ama bilgi mevcut, ancak uygulamayı yapan bundan yoksun, ya da
haberdar değilse o zaman “öngörememe”
edimi bir kusur ve eksikliğe dayandığı için sorumluluk doğuran
bir durumdur.
Sözcüğün
ikinci anlamı “olası olmama” durumunu işaret
edebilir. Bu durumda uygulamayı yapanın dışındaki etmenler rol
oynayabilir ya da olasılık hesabında dikkate alınmamış olan bir durum
söz konusudur. Bu durumda da uygulamayı yapanın deneyimi ve
işlemi yaparken duruma hakimiyetine göre bir sorumluluk ya da
kusur doğabilir. Tüm bunların dışında gerçekten
“komplikasyon” dediğimiz durumlar için de,
komplikasyona “müdahale” edebilme gücü
bakımından yeni bir sorumluluk belirlemesinde bulunulabileceği
unutulmamalıdır.
Malpraktis
konusunda söz konusu olan bir diğer unsur “beceri
eksikliği”dir. Buna ilişkin tanımlamalarda “standart
uygulama”ya atıf yapılmaktadır. Tıpta “kabul
edilmiş” diye nitelenen standartların nasıl ve kimin
tarafından belirleneceği, ne süreyle geçerli olacağı
hemen daima sorunlu bir konudur. Bunu hukuksal süreçlerin
tayin edebileceğini ummak hukukun duraganlığı nedeniyle kabul
edilebilir bir durum değildir. Dolayısıyla bu nitelemeler çoğu
özgül durumda pratik bir geçerliliğe sahip
olamamaktadır.
Malpraktis
uygulamalarının önemli bir bölümü de “deneyim
eksikliğin”den kaynaklanmaktadır. Kötü uygulamaya
neden olanların, bunlara sahip olup olmadığının belgelenmesi
noktasında, hem eğitim süreçlerini, hem de bu eğitim
süreçlerinde bu unsurların yer alıp almadığını belgeleyen
eğitim ve uygulamanın standartlarına ilişkin belgelendirmeler de çoğu
durumda söz konusu değildir. Bu koşulda da sorumluluğun
belirlenmesinde sorunlar olacaktır.
Malpraktis
konusu sıklıkla bedene yönelik özellikle de cerrahi girişim
şeklindeki fiillerde gündeme getirilmektedir. Oysa sağlık
hizmeti yalnız tanı ve tedavi aşamalarından ibaret değildir. Sağlık
hizmetinin tüm aşamalarında tıbbi kötü-yanlış
uygulamalar yani malpraktis söz konusu olabilir.
Bu
nedenle sağlığı koruyucu ve geliştirici sağlık hizmetleri ve bu
konularda yapılan veya yapılmayan tüm uygulamalarla,
rehabilitasyon hatta sadece izleme yapılan ve hastanın ölümüne
kadar olan süreç ve bu süreçlerdeki
uygulamalar da en az tanı, tedavi süreçleri kadar sağlık
hizmetleriyle ilgili “kötü-yanlış uygulama”
kapsamı alanında ve bir bütün olarak ele alınmalıdır.Oysa
sigorta şirketleri bu konularla ilgilenmeyecek, ilgilenseler de kesin
kanıtlar olmadığı, sorumlusu belirsiz olduğu için oluşan
mağduriyetin tazmini konusunda herhangi bir çaba
göstermeyeceklerdir.
Benzer
biçimde tıbbi süreçlerle ilgili olarak hasta ve
yakınlarına bilgi vermedeki eksiklikler, aydınlatılmış onam alınırken
yapılması gereken aydınlatmadaki yetersizlikler de olumsuz sonuçlara
dolayısıyla “malpraktis” sayılacak durumlara yol
açabilir.
Bu
durumlarda sorumlu hizmeti alan kişinin kendisi gibi görülse
de aslında bu da doğru değildir. Bilgilendirme görevi mevcut
hukuk sisteminde sağlık çalışanına verilen bir sorumluluk ve
yükümlülüktür. Bu konuda ortaya çıkacak
itilaflarda da kanıtlama yükümlülüğü hekime
verilmiştir. Somut uygulamada bunun yapılmadığı bilinmektedir.
Aslında tam anlamıyla bir bilgilendirmenin yapılması olanağı da hemen
hiç bir zaman yoktur.
Bu
olumsuzluğu kötü uygulama ve tazminat üzerinden
çözümlemeye kalktığımızda, mevcut uygulamada bu
anlamdaki hataların sonucu söz konusu edilecek olan dava ve
tazminat talepleri en başta söz konusu sigorta şirketlerini
iflas ettirecek boyutta olabilir. Bunun olmaması da hekimlerin ve
benzer işlemlerde bulunduğu için mesleki mesuliyet sigortası
yaptırmaya niyetlenen sağlık personelinin, ABD'de olduğu gibi çok
büyük sigorta primleri ödemelerine, dahası bu
olumsuzluğun yaracağı “çekinik tıp”
uygulamaları da yine hizmet alan insanların mağduriyetine yol
açacaktır.
Diğer
yandan hastalarla ilgili tıbbi bilgilerin zaman zaman
eğitim-araştırma veya istatistik amaçlı olarak hekim ya da
sağlık kuruluşu tarafından kullanımı söz konusudur. Bu tür
kullanımların tümü hasta bakımından zaman zaman bir
mağduriyet doğurabilir, ya da böyle olduğu yolunda iddialara
neden olabilir.
Buna
ilişkin olarak hasta ve yakınlarının tazmin haklarını kabul etmek bir
hakkın gereği sayılsa da işin ucunda para olması nedeniyle “şansını
deneme” biçiminde gereksiz başvurulara, hasta-hekim
ilişkisinin bozulmasına, sonuçta bundan etkilenen hekimlerin,
hasta ve yakınlarına yönelik güvensizlik ve hizmetten kaçma
gibi tutum ve davranışlara yol açabilecektir.
Haklı
olunan durumlarda da sigorta şirketlerinin bu tür tazminat
başvurularında, alışılmış ve belirlenmiş ölçütler
olmadığı için tazminat miktarlarını tesbit edemeyecek,
dolayısıyla da bu tür başvuruları kabul etmeyeceklerdir.
Tek
tük örnekler gündeme geldiğinde ise bu kez; sigorta
primlerinin yükseltilmesi için bu tür konuları bir
gerekçe olarak gösterebileceklerdir. Çünkü
sigorta kuruluşlarının tek amacı, diğer ticari kuruluşlar gibi
“kârlarını büyültebilmek”tir.
Zararın
ve tazminatın saptanması
Bildirgenin
üçüncü maddesi konunun can alıcı noktasını
oluşturmaktadır. Kusurlu davranışa bağlı olsa da olmasa da, tıbbi
işlemden ve uygulamadan kaynaklanan herhangi bir mağduriyet ve buna
bağlı zarar oluştuğunda bu zararların bir şekilde karşılanması, bu
zarara neden olayın kusurlu bir davranışa bağlı olarak, bu davranışı
yapan tarafından tazmininden çok daha önemlidir.
Çünkü bu koşulda kusurlu bir fiil olmadan,
komplikasyon, sisteme ve kişiye ait nedenlerle oluşacak zararların da
“toplumsal dayanışma” temelinde karşılanması
gerektiği ortaya konulmaktadır.
Dahası
ortaya çıkan ya da çıkacak zararın boyutu konusunda da
kesin tanımlamalar yapılması da ne yazık ki söz konusu değildir.
Bildirgenin üçüncü maddesinin (b) bendinde yer
alan ve bir belirlemenin yapılması gerektiğini ortaya koyan hüküm,
her özgül durumda değişebilmek kaydıyla belki de yalnız
“alt sınırları” ortaya koyma anlamında
değerlendirilmelidir.
Daha
önce de belirttiğimiz; her durumda insandan ve doğasından
kaynaklanan özgünlükler ve öznellikler bu konuda
da rol oynar. Kişinin kendisine verdiği değer ile toplumsal
değerlendirme sonucu belirlenen değer arasında “uyumsuzluğun”
ötesinde çok büyük “farklılıklar”
söz konusu olabilmektedir.
Ülkemizin
hukuk sistemi ve hukuki değerlendirme tarzında yerleşmiş,
süreklileşmiş, yargı kararları üzerinde herkesin kabulünü
sağlayan bir genel eğilimler söz konusu değildir. Farklı
sınıflar, gruplar, kesimlerden kişilerin farklı değerlendirildiği
eşitsizliklere toplumumuzda sıkça rastlanmaktadır. Birisi için
alınan bir karar aynı olayda bir başka için farklı şekilde
ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle hemen hemen tüm yargı
kararları tartışmalıdır. Dahası yargılama usulü, değerlendirme
ve bilirkişilik kurumlarının işlev ve işlerliği bakımından ne yazık
ki üzerinde birleşilmiş standartlar da söz konusu değildir.
Tüm
bu koşullar ve ortamda doğru ve geçerli tazminatları
belirlemenin zorluğu ortadadır. Kaldı ki ülkemizde olduğu gibi,
dünyada da mağduriyetlerin karşılığında verilecek
“tazminat”ların nasıl belirleneceğine ilişkin
olarak da tek bir yöntem ve modelden söz edilememektedir.
Bizim
ülkemizde sıkça kullanılan yöntemin ise çoğu
durumda “insan onuru ve hakları” bakımından kabul
edilmesi de çok kolay değildir. Yalnız gelecekteki üretim
ve bundan elde edeceği kazanç, bu süreçte
yaşanılan maddi kayıplar ve buna eklemlenen kendisi ve yakınlarının
“manevi” zararlar hesaplanması yoluyla belirlenen
tazminat miktarları bir de bu konuda kabul edilmiş bulunan;
“tazminattan yararlananı zenginleştirmeyecek kadar bir
manevi tazminat” sınırlaması ile birleşince, belirlenen
tazminatın hem mağduriyeti karşılama, hem de caydırıcı olma
özelliğini ortadan kaldırmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Tazminatların
miktarının nasıl belirlenmesi gerektiği konusundaki hiç biri
diğerine üstün olmayan farklı yaklaşımlar vardır.
Buna
göre belirlenecek olan tazminat; öncelikle kişinin bu
süreçte yaşadığı tanı, tedavi, tetkik, bakım, ulaşım,
yatak vb. mevcut durumun neden olduğu “maddi”
harcamaların tümünü karşılamalıdır.Bu tür
harcamalar gelecekte de olacaksa, beklenen ömür boyunca bu
durumu ve yoksunluğu doğuran sorun/iş olmadığı koşulda kesinlikle
yapmayacağı harcamaların tümünü karşılamalıdır. Başka
bir deyişle ortaya çıkan sorun çözümlenmesi
ve/veya yaşamla bağdaşır ve baş edilir duruma getirilmesi için
gerekli hem kişisel, hem de kamusal harcamaların tümünü
karşılamalıdır.
Olayın
yaşandığı süreçte ve sonrasında bu durumdan kaynaklanan
olası “maddi” kazanç yitimlerini
(yitirecekleri) de karşılanmalıdır.
Kişinin
bu süreçte yapılan davranış sonucunda yitirdiği, ortak
ve daha önceden belirlenmiş değerlendirme modellerle
belirlenemeyen öznel değerlerine ilişkin olarak o kişinin
kendince belirlediği değerler de karşılanmalıdır. (Örneğin
elini yitiren bir insanın o zamana kadar çaldığı ve artık
çalamayacağı bir müzik aletinin verdiği hazzın
karşılığının standart yöntemlerle ortaya konulması olanaklı
değildir). Bu durumda kişi bu konularda kendi tanımladığı ve
örneklemeler yoluyla geçerliliği kabul edilebilen
“makul”(?) bir değeri talep etmeli ve bu değer
kabul edilmelidir.
Söz
konusu tazminat, o sonucu doğuran eylemin mevcut durumdaki gibi
değil de sorun doğurmayacak şekilde meydana getirilmesi veya
önlenmesi için gerekli kurumsal ve toplumsal çabalardan
dolayı ortaya çıkacak maliyet ve harcamalardan da daha büyük
olmalıdır. Çünkü bu koşulda tazminatı ödeyecek
taraf, o sonucu doğuran işi düzeltmek yerine, bu şekilde riski
göz önüne alır. Olumsuzluk ortaya çıkar ve
sonucunda bir tazminata hükmedilirse onu ödemeyi ticari
bakımdan daha kârlı görebilir. Sonuçta o
olumsuzluğu saptamak ve önlemek için herhangi bir çaba
sarf etmeyebilir ve bu da yanlış ya da kusurlu uygulamayı
süreklileştirir. Daha da önemlisi “nasıl olsa
tazmin ediliyor” denilip çok sayıda mağdur
yaratılmış olur.
Belirlenen
tazminat, olumsuzluğa neden olan kişinin bu olumsuzluktan
kaynaklanan prestij yitimini ortadan kaldırmak için
harcayacağı bedelden de daha büyük olmalıdır. (Hastaneye
başvuran hasta sayısındaki düşüşten kaynaklanan kazanç
kaybından daha büyük olmalıdır.)
Diğer
yandan tazminat, bu sürecin ortaya konulması, sorumluların
belirlenmesi için yapılacak çalışma ve etkinliklerin
toplumsal ve kamusal bakımdan gerekli kıldığı harcamaların da tümünü
karşılayacak düzeyde olmalıdır. Çünkü hatanın
toplum kaynaklarından ödenmesi, kendi başına bir hak ihlâli
yaratan bir durum olacaktır.
Kötü-yanlış
uygulamadan mağdur olan kişinin dışında onun çevresindeki,
başta yakınları olmak üzere, bu süreçten dolaylı
olarak etkilenecek kişi ve kesimler için ortaya çıkacak
yalnız maddi değil, manevi mağduriyetler ve yoksunluklar da tazminat
kapsamı içinde değerlendirmelidir.
Tüm
bu gerçeklere karşın; iş gerçek hayata ve sigortacılık
sisteminin kurallarıyla yeniden değerlendirildiğinde farklı noktalar
göze çarpacaktır. Buna göre sigortanın varlığını
oluşturan temel mantık ve dayanaklarından bir tanesi “zararın
kesin ve tam maliyeti”nin belirlenmesidir.
Diğer
yandan bu maliyet benzer durumlar için de aynı ve değişmez
olmalıdır. Oysa insan yaşamı ve sağlığı söz konusu olduğunda
yukarıda anlattığımız gibi kayıpların somut, ölçülebilir
ve net olarak belirlenebilir ve tanımlanabilir karşılıkları ne yazık
ki yoktur. Örneğin bir piyano sanatçısının on parmağından
en küçük parmağının bedeliyle, bir sokak
temizlikçisinin aynı parmağının kaybından doğan zararın
karşılanması arasında farklılık var mıdır, yok mudur? Aynı soruyu
şöyle de genişletebiliriz: Aynı piyano virtüözü
bu durumla en çok çaldığı dönemde karşılaşmasıyla,
emekliye ayrılıp evde oturduğu ve piyanoyu kendi keyfi için
çaldığı dönemde karşılaşmasının arasında bir fark olacak
mıdır? Sigorta kurumu bunların arasında bir fark değerlendirdiği
zaman mı değerlendirmediği zaman mı doğru işlemiş olur? Diğer yandan
bu kişinin prim hesaplamaları aynı ve benzer mi olacaktır?
Hiç
bir sigorta önceden tanımlamadığı bir karşılık için risk
hesaplaması yapamaza ve bunu karşılayacak primi saptayamaz. Bu
durumda sağlık alanındaki sigortacılık ya “tazminat ödememe”
veya “işine gelen durumlarda tazminat ödeme”
yapan bir kuruluş olacaktır ki konusu can ve insan sağlığı olan bir
alanda böylesi bir tutum herkes tarafından ne kadar kabul
görecektir.
Tazminatta
sınırlılıklar ve özel durumlar
Yukarıda
saydığımız güçlüklerin ötesinde de bazı
sorunlar olacağı öngörülmelidir: Örneğin
malpraktis konusunun gündeme geldiği her durumda bunun kesin
dayanaklara sahip olması ve kanıtlanması gerekli olacaktır. Yaşanan
sürecin yeniden değerlendirilmesinde rol oynayacak kanıtlar ve
dayanaklar ise asıl olarak zaten olayın gerçekleşmesi
sırasında “fail” olan tarafından oluşturulmaktadır.
Bu
noktada genel olarak yüzyüze gelinen durum kanıtların
yeterli olmayışıdır. Bu ise sorumlu ya da kabahatli olanın ortaya
konulamaması gibi bir sonucu doğuracak, bu da sağlık hizmetinden
yararlanırken ortaya çıkan mağduriyetlerin önemli bir
bölümünün, bu kanıt yetersizliği nedeniyle bir
tazminata konu olamaması anlamına gelecektir. Sonuçta sigorta
sisteminin oluşan mağduriyetin kendisi ve sonucuyla değil, kimin
sorumlu olduğuyla ilgilenen bir kurum olduğu ve “mesleki
mesuliyet sigortası”nın alanı dışında kalan böylesi
durumlar için hiç bir rolü ve önemi
olmayacağı anlaşılacaktır. Dolayısıyla Mesleki Mesuliyet Sigortasının
asıl olarak “mağduriyetin giderilmesi” ile ilgili
olmayan, mağduru düşünmeyen, yalnız hekimin ve sağlık
kurumunun çıkarını gözeten bir uygulama olacağı
söylenebilir.
Yalnız
bir uzmanlık alanının içine girdiği kabul edilen, ama o alanın
eğitimini almamış kişilerin neden olduğu uygulama hatalarından doğan
mağduriyetlerin tazmini de sıkıntı yaratacak bir alandır. Kişinin bu
işi yapmaya yetkili olup olmadığını konusunda kararın nasıl ve kim
tarafından verileceği, bu kararın hukuka uygunluğundan nasıl söz
edileceği, kişisel sorumluluğun ötesinde kurumsal ve dolaylı
sorumluluk ve kusursuz sorumluluk oluşup oluşmayacağı gibi,
saptamaları doğru yapabilmek için gerekli çok önemli
noktalarda uzlaşmadan, bir tazminatı belirlemek, bir çok yeni
mağduriyetlere ve haksızlıklara yol açacak bir uygulama
olacaktır. Sigorta şirketinin bu anlamdaki bir itirazında gerekli
belgeler bulunamadığında ve yapılanlar gerçek boyutuyla
değerlendirilemediğinde mağdura ve yakınlarına ödenecek
tazminatın olması gerekenden az olması durumunda sorumluluk yine
ortada kalacaktır.
Böyle
bir tazminat sigortası sisteminin sonuçlarından birisi de
“işini iyi bilen ve uyanık”, ticari boyutu hak ve
adalet duygusunun önüne geçmiş, “savunma
şirketleri” ve “avukatlık büroları”nın
ortaya çıkması olacaktır. Hekimler ve sağlık şirketleri bu
defa da bu yönden bir cendere içine sokulmuş olacaktır.
Hatta daha da ilerisi, bu tür şirketlerle, sigorta şirketleri
arasında ortaya çıkan “gizli ortaklık”larla
ticari sağlık siteminin aşırı kârlarının paylaşımı konusunda
yeni rant alanları doğmuş olacaktır.
Tıbbi
uygulamalarda belirli uygulamaların olumsuz sonuçlarının
yıllar sonra ortaya çıkma, dahası olumsuzluğun yıllar sonra
anlaşılması olasılığı çok yüksektir. Bu durumda sigorta
şirketlerinin yükümlülüklerinin süreleri çok
önemlidir. Hiç bir sigorta şirketi çok küçük
rakamlarla yıllar sonra ortaya çıkabilecek bir olumsuzluğu
tazmin etmeyi kabul etmeyecektir. Bu durumda ya prim miktarları
büyüyecek, ya da talep edilen tazminat çeşitli
gerekçelerle ve biçimlerde ödenmeyecektir.
Bu
noktada süreç içinde değişen yasal düzenlemeler
yanında, bilimsel bilginin değişmesi sonucu gündeme gelecek
değişik yaklaşım ve uygulamalar da bu süreçleri hem hasta
ve yakınları hem de hekimler ve diğer sağlık çalışanları, hem
de sağlık kurumları bakımından olumsuz sonuçlara yol
açabilecek, öte yandan bu tür hukuki süreçlerin
incelendiği mahkemeler aşırı bir iş yükü ile karşı karşıya
kalabilecektir.
Sağlık
alanında sürekli gündeme gelen tıbbi araştırmalar da
tazminatlar bakımından çok önem taşıyacak konulardan
birisini oluşturacaktır. Bu konularda olası sonuçlar, beklenen
ve beklenmeyen durumlar, işin içinde bir tazminat kurumu
olduğunda şimdi olandan çok farklı bir şekilde
gerçekleşebilecektir. Gereksiz ve haksız tazminat talepleri
yanında, gerçekten tazminatı gerektiren durumların ortaya
konulmaması hep belirttiğimiz gibi yeni hak ihlâlleri
doğuracaktır.
Hiç
bir sigorta modeli, bedelini ödediği olumsuzluğun yaşandığı
alandaki değerlerle doğrudan ilgili değildir. O sonuçta ortaya
çıkan zararın en az oranda nasıl tazmin edileceği ile
ilgilidir. Dolayısıyla alanın asıl değerleri yerine “tazminat”
üzerinden bir faaliyeti sürdürmek, bu alanda sahip
olunması gereken hasta hakları ve sağlık hakkı ile ilgili değerlerin
de ortadan kalkmasına yol açacaktır. Başka bir deyişle sağlık
hakkı ve hasta haklarıyla ilgili değerlere toplumsal anlamda sahip
çıkan uygulamalar, izleme, denetim, kontrol sitemleri, bu
süreçlerle ilgili olumsuzluklara yol açmayacak
şekilde gerçekleşen eğitim süreçleri
gerçekleşmeden yalnız zararın tazminiyle ilgilenmek, bir süre
sonra sağlık alanında hizmet verilenin “insan” olduğu
düşüncesinin tümüyle ortadan kalkmasına yol
açacaktır.
Bu
ortamın hasta ve yakınlarının yararına ve onlardan yana olması
doğaldır ki beklenemez. Bu nedenledir ki gerçek anlamda hasta
ve yakınlarının haklarını savunan ve gözetenlerle sağlık
hakkından yana olanlar bu tür uygulamalara itiraz edecekleridir.
Durumun
kanıtlanması ve belgelenmesi
Kötü
uygulamalarla ilgili süreçlerde özellikle kanıtlama
evresinde, verilen hizmetlerle ilgili olarak tutulacak kayıtların çok
büyük bir önemi vardır. Mevcut düzenlemelere göre
tıbbi kayıtlar hizmeti alan hastaya aittir. Sağlık kurumları bunları
saklama göreviyle yükümlüdür. Bu kayıtları,
tutma ve kayıtlar üzerinde işlem yapma görevi öncelikle
hekime sonra da birlikte çalıştığı ekibin diğer unsurlarına
bir görev olarak verilmiştir. Ancak bu kayıtlar üzerinde
gerekli kontrol, değerlendirme ve düzeltme talebinde bulunma
hakkı hasta ve yakınları için de söz konusudur. Uluslar
üstü belgelerde bu hak ve yetkiler açıkça
tanımlanmıştır. Mevcut düzenlemelerde hastaların tıbbi
kayıtların örneğini alma hakkı da uygulamada yaşanan sorunlara
karşın söz konusudur.
Ayrıca
hastaya yapılan her tıbbi işlemle ilgili bir bilgi notu ya da epikriz
verme ödevi de yine uygulamada bazı eksiklikler olmasına karşın
hasta ve yakınlarının hakları arasındadır. Bu epikrizler dosyanın
özeti niteliğinde bilgilerle doludur.
Bu
bilgilerin karşılıklarının tam olmadığı, doğru yazılmadığı veya
başkaca bir koşutluk olmayan durumlarda yalnız böyle bir
tazminat sigortası sistemi olması nedeniyle gündeme
gelebilecektir. Bu olasılığın akla gelmesi halinde söz konusu
epikrizlerin verilmesinde “çekingen davranışlar”
ya da “epikriz vermeme veya yetersiz bilgi içeren ama
yanlışı ortaya koymayan epikriz verme” şeklinde bir tutum söz
konusu olacaktır. Hastanın bir hakkının ihlâli anlamına gelen
bu sonuç da sağlık hizmetiyle ilgili önemli bir ilke ve
değerin yok edilmesi anlamına gelecektir.
“Tam
ve eksiksiz, yani hataların da kanıtı olabilecek ama mesleki etik
kurallara uygun epikrizler” ise ise hekimleri ve sağlık
kurumlarıyla benzer biçimde sigorta şirketlerini, zor durumda
bırakacaktır.
Hasta
ve yakınlarının hakları olan ancak örneğini almak için
gerekli çoğaltma giderlerinin karşılanması yolundaki
düzenlemeler, bu kayıtların, kişinin sağlığıyla ilgili değerinin
ötesinde, bir tazminat ve başkaca bir ranta dönük
olması nedeniyle, kayıtların örneğinin alınması konusunda, önce
talep edilecek bedelin büyümesi sonucu ortaya çıkaracaktır.
Birkaç
milyarlık bir tetkik ya da tedaviye ilişkin bir suret ya da örneğin
bedeli özel bir düzenleme ile onun gerçek bedeline
oranlanarak istenebilir. Bu da hastanın bu belgelere ulaşması hakkını
fiilen ortadan kaldırabilir.
Bedelin
büyüklüğü ve yüksekliği daha sonra bu
kayıtlara erişememe durumunu doğurabilir, bu kayıtlarla elde edilecek
tazminat olarak rantın varlığı da, buradan yola çıkarak da
aslında “mahrem” olması gereken bu kayıtların ortaya
saçılmasına, giderek bunun bir tür belge “piyasası”nın
oluşmasına yol açacaktır.
Şu
andaki uygulamada değişik sürelerle saklanan belge ve kayıtların
saklama süreçlerine ilişkin olarak tazminat hukukunun yol
açacağı yeni düzenlemeler, bu amaçla yapılacak
harcamalar da sağlık hizmetinin maliyetini büyüten unsurlar
olarak yine hasta ve sağlık sisteminin karşısına çıkan bir
sorun olacaktır.
Aslında
belge ve kayıtların saklanma süresinin 5-10 yıl olarak
belirlenmesi yetersizdir. Bedene yönelik fiilerde yasal zaman
aşımları 20 yıla kadar uzayabilmektedir. Tıbbi işlemlerle ilgili
yanlışlıkların ve olumsuz sonuçların ortaya çıkmasının
bazen daha uzun süreler alabildiği bilinmektedir. Bir de bu süre
içinde başlatılacak hukuksal süreçlerin bazen çok
daha uzun sürebildiği unutulmamalıdır. Bu nedenle saklama
süresinin yasal zaman aşımı süreçlerine kadar
uzatılmasında yarar vardır. Bu yalnız hasta ve tazminat açısından
değil, benzer taleplerde savunma açısından da aynı öneme
sahiptir.
Kişilerin
yaşamlarının herhangi bir döneminde karşı karşıya geldikleri
yanlış ve hatalı müdahaleler sonucu o sırada ya da daha sonra
ortaya çıkacak tıbbi sorunlar, yeni mağduriyetler doğurabilir.
Bunların sorun ortaya çıktığında, önceki durum ve olayla
ilişkilendirilmesi halinde, o zaman belirlenen tazminatların artırımı
gibi bir durum ortaya çıkarabilecektir. Başlı başına örnek
hukuksal davalar haline gelecek böylesi durumlarda, sigorta
şirketlerinin yükümlülükleri ve sigorta yaptıran
sağlık çalışanlarının sorumluluklarının ne olacağı da önemli
bir noktadır.
Yalnız
bu nedenle kişiler sağlıkları ve yaşadıkları müdahalelerle
ilgili kayıtları ömür boyu saklamak durumunda kalacak,
bunlar gereksiz obsesyonlar ve sağlığın bu nedenle bozulması gibi
sorunları ortaya çıkarabilecektir. Diğer yandan günümüzdeki
çok ileride olan bilgi ve belge saklama teknolojileri için
yeni bir alan yaratılmış olacak, bu da sağlıkla ilgili erek kişsel,
gerekse kurumsal giderleri arttıran bir unsur olarak karşımıza
çıkacaktır. Bunun tersi durum da önemlidir: Hemen herkes
sağlıkları ile ilgili kayıt ve belgeleri uygun yöntemlerle,
saklamalıdır. Bunun aslında hastanın yaşamı açısından önemi
de yadsınamaz. Belirli ve özel bir organizasyon kurularak
kişinin tüm yaşamı boyunca bu belge ve dokümanlarla
bilgilerin saklanması daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bu
yapılamıyorsa, yasal saklama süresi bittiğinde sağlıkla ilgili
belgelerin hastayla bağlantı kurularak hastanın kendisine saklaması
sağlanmalıdır.
Tıbbi
kontratlar ve garantiler
Usulüne
uygun olarak yapılmış tüm sözleşmeler sözleşme
taraflarını bağlar. Her ne kadar tıbbi işlemlerle ilgili olarak kabul
edilen sözleşme “vekalet sözleşmesi”
olarak kabul edilse de bazı tıbbi işlemler bu tip sözleşmeden
öte “eser sözleşmesi” niteliğindedir.
Çeşitli
estetik cerrahi girişimleri, diş ve diğer organ protezleri, sünnet
vb. uygulamalar kendi özgül durumları ve koşulları gereği,
bir sonucun ortaya çıkmasını garanti eden “özel
sözleşmeler” olarak sayılacaktır. Sağlık hizmetleriyle
ilgili bu anlamda yapılan özel sözleşmeler kuşkusuz
tarafların bazı haklarını garanti altına alır. Bu tür
sözleşmelerin “mesleki mesuliyet sigortası”
kapsamında ya da dışında tutulması durumu hizmet alan ve veren
açısından çeşitli olumsuzluklar doğurabilir.
Örneğin
Sağlık Bakanlığı'nın bu konudaki yasa taslağında bu tür
sözleşmeler kapsam dışı bırakılmış durumdaydı. Tersine bir
uygulama olarak kapsam içine alınması, sigortayla ilgili
primlerin yüksekliğine, bunların yüksek olması, bu
hizmetlerin bedellerinin yüksekliğine, bu da hizmeti vermeme
noktasına götürecek, bu bakımdan da hasta hakkı ihlâline
yol açabilecek bir durumu işaret etmektedir.
Bu
tip durumlarda hekimce verilecek garantinin neleri kapsayıp
kapsamayacağı net olarak tanımlanmalıdır. Tıbbi nedenler dışında
nedenlerle hastanın talebi üzerine yapılan müdahalelerin
sonuçlarının belirli kurallarla garanti edilmesi zorunluluğu
vardır. Bu koşulda ortaya çıkacak yanlış uygulamaların,
zorunlu tıbbi nedenlerle yapılanlardan farklı olması hasta yararı ve
çıkarı açısından gereklidir. Çünkü bu
garanti verilmediği koşulda müdahalenin yapılmaması, dolayısıyla
herhangi bir zararın ortaya çıkmayışı, en iyi ihtimalle böyle
bir garantiyi verebilen bir hekimden hizmetin alınması söz
konusu olabilir.
Olası
komplikasyonların garanti kapsamı dışında olacağı açıktır.
Ancak yetkin olmayan uygulayıcılar eliyle örneğin sadece para
kazanmak için yapılabilecek müdahaleleri, bu şekilde
düzenlenmiş “özel sözleşme”ler ya da
düzenlemeler ortadan kaldırabilir.
Bu
özel durumu içerecek sigortaların yapılması ise,
sigortalama alanında tıpkı trafikte olduğu gibi “zorunlu
mesuliyet sigortası” dışında “özel durumu
karşılamaya yönelik sigortalama”, hatta bunun yapılmadığı
durumlar için hizmet alanların yani toplumun tüm
bireylerinin kendilerini “sağlık hizmeti alırken yaşayacağı
olumsuzluklara karşı sigortalama” biçiminde yeni bir
“sigorta alanı ve konusunun oluşmasına” yol açacaktır.
Sürekli “para kazanma ve kâr etme talebinin”
sağlık alanında işletilmesi için pek çok olanak vardır.
Hizmetin bu tür “yeni” kazanç yollarına neden
olması da mesleki ve etik değerler bakımından kabul edilmemesi
gereken bir durumdur. “İyi bir şey yapalım” derken
“Frankeştayn”lar yaratmak sağlıkçıların işi
olmamalıdır.
Hekim
hasta ilişkisi ve başlaması
Tazminat
hukukunda hekim-hasta ilişkinin ne zaman ve nasıl başladığı
önemlidir. Hastanın hekimi seçme hakkı, hekimin hastayı
kabulü ve tıbbi ilişkinin başlaması, müdavi hekimle diğer
hekimler ve sürece dahil olan yardımcı sağlık personelinin
sorumluluğu tüm tazminat süreçlerinde belirleyici
bir unsur olarak değerlendirilecektir. Olumsuzluk halinde ortaya
çıkacak maddi sonuçlar düşünülerek
yapılacak veya yapılmayacak tıbbi işlem ve girişimler belki “tazminat
hukuku bakımından” sorun yaratmayabilir ama hastanın sağlığı ve
yaşamı bakımından olumsuzluklar doğurabilecek bir süreçtir.
Bir ucuyla çekinik tıp uygulamalarını yol açacak olan
“tazminata göre işlem-girişim yapma” sonuçta
yine hizmetten yararlanamama noktasında mağduriyetlere yol açacaktır.
Diğer
yandan ülkemizde mevcut sağlık koşulları ve hizmetin hangi
kurumlarda ve nasıl verildiği düşünüldüğünde
hasta ya da hekimin kendi iradeleriyle bir seçim yapmalarının
engellendiği görülmektedir. Bu durumda hasta hekim
ilişkisinin başlangıcının zamanının belirlenmesi ne yazık ki çok
kolay değildir.
Zorla
muayene yapma girişimde bulunma
Sağlık
hizmetleri belirli özel durumlarda da tarafların istemi dışında
söz konusu olabilmektedir. Adli tıp işlemlerine yönelik
olarak yapılan muayeneler, cezaevi, askeri birlik vb. özel
durumlarda yapılan işlemler ve girişimler, yasa zoruyla yapılan
müdahaleler sonucu oluşan durumlarda açılacak “sorumluluk
davaları ve tazminat istemleri”nde gerek hekimler ve sağlık
personel gerekse sigortalar nasıl davranacaktır?
Bu
tür işlemler mesleki mesuliyet sigortalarının alanları içinde
sayılacak mıdır? Sayılacaksa bununla ilgili hak taleplerinde asıl ve
gerçek muhatap kim olacaktır? Kısıtlı sayıda hekimin görev
yaptığı yerlerde bu tür işlemlere bağlı uygulama eksiklikleri ve
bundan doğan mağduriyetler söz konusu olduğunda sistem nasıl
çalışacaktır?
Söz
konusu muayene ve girişimler açısından ilgili hekimin ve diğer
tarafların sorumlulukları ne olarak çizilmedikçe,
bunlara yönelik “özel” düzenlemeler
yapılmadıkça, başka bir deyişle kapsam içinde veya
dışında olup olmadığı belirlenmedikçe, hizmeti verecek olan bu
hizmeti vermekten çekinecek yine çekinik tıp
uygulamasına yola açılmış olacaktır.
Eğitim
kurumlarında yapılan işlemler ve sorumluluk
Ülkemizde
sağlık hizmetlerinin önemli bir bölümü tıp ve
sağlık eğitimi verilen kurumlarca sağlanmaktadır. Bu noktada da henüz
eğitim aşamasında olan hekimlerin gözetim altında tıbbi uygulama
ve girişimleri söz konusu olabilmektedir. Bu kişilerin yaptığı
ya da yapmadığı işlemlerin sorumluluklarının belirlenmesi, kötü
yanlış uygulama durumlarında hukuk önüne çıkıldığında
cezai durum açısından belirli olan sorumlulukların “tazminat
sorumluluğu” bakımından değerlendirilmesi nasıl olacaktır.
Tazminatın
belirlenmesinde ve maddi sorumluluk bakımından bu tür sigorta
uygulamalarında “şahsilik” ön planda olacağından,
örneğin eğitim kadrolarının hiyerarşik katmanları açısından
sorumluluğa uygun prim belirlenmesi mi söz konusu olacaktır? Bu
nedenle de eğitimin olumsuz etkilenmesinin önüne nasıl
geçilecektir?
Tıp
öğrencisi ve internler açısından ise durum çok
daha kötü olabilir. Bu koşulda halen eğitim sırasında
yaparak öğrendikleri işlemlerin hiç birisini öğrenme
olanakları olamayabilecektir. Bu da yine sağlık hizmetlerinden
yararlanma bakımından sorun doğuracak sorunlara yol açabilecektir.
Tıpta
uzmanlık eğitimi ile ilgili yönetmelikte söz konusu olduğu
gibi, asistan hekimler için geçerli olan sorumluluğun
ortak sorumluluk olarak öngörülmesi, dahası buna
yönelik belki de sigortalanma işlemi yapılması, bunun asistanın
kendi maaşından karşılanması, onların bu dönemdeki gelirlerinin
azalmasına bu da verdikleri hizmetin olumsuz etkilenmesine yol
açabilecektir.
Cerrahi
dallarda eğitim gören asistanların durumları ise, bu tür
mesleki sigorta uygulaması kapsamında daha da sorunlu olacaktır.
Sigorta şirketleri risk daha büyük olacağı için bu
hekimlerin sigortalarını yapmak istemeyecekler, ya da daha yüksek
oranda prim talebinde bulunacaklardır.
Acil
durumlarda müdahale
Acil
durumlarda yapılacak tıbbi işlemlerde standart koşulların olamayacağı
açıktır. Bu koşullarda hata yapma olasılığı da daha yüksek
ve yaşamsal riskler çok daha büyüktür. Tazminat
temelinde bir mesleki mesuliyet sigortası uygulaması bu noktada da
hizmete ulaşma ve yararlanmayı sorunlu hale getirecektir.
Hiç
bir hekim ya da sağlık kuruluşu uygun koşullar olmadan bu tür
acil durumlara müdahale etmek istemeyecektir. Dahası yapmadığı
işlemlerden de sorumlu tutulmak söz konusu olabileceğine göre,
kendisini bildirmemek, ortaya çıkmamak, müdahaleden
kaçmak gibi olumsuzluklar belki de bilinmeden yaşanacaktır.
Bunlar da kişilerin asgari hizmeti almasını sağlamak bakımından
ortaya çıkacak olumsuzluklardır.
Telefon
ve benzeri vasıtalarla talimatlar
Sağlık
hizmeti sırasında hastayı görmeden verilen direktiflerin ve
işlemlerin yapılması bir yandan yasal olarak sorumluluk doğururken,
bir yandan da yetersiz hekim sayısının olduğu yerler bakımından
zorunlu uygulamalar arasında yer almaktadır. Mevcut durumda hasta
lehine belirli bir denge sağlanmış durumdadır. Oysa tazminat temelde
şekillenecek bir mesleki mesuliyet sigortasının varlığı, bir sonraki
dönemin sigorta primlerine yansıyacak sonuçları
bakımından yine hekimleri direktiften ve müdahalede bulunmaktan
çekinmelerine yol açabilecektir.
Hekim
hastaya ulaşana kadar, diğer sağlık personeli eliyle yapılacak kimi
müdahale ve tedavilerin hasta açısından yaşamı kurtaracak
boyutta olabileceği unutulmamalıdır. Bu tür durumlarda, fiziksel
olarak yetişme olanağı olmayan bir hekimin sorumluluğu söz
konusu edilemeyeceğine göre, olan yine öneri ve talimatla
hizmet alma durumunda olan hastaya olacaktır. Büyük kentler
ve merkezler açısından sorun yaratmayacak bu durum, hekim
dağılımındaki yetersizlikler sonucunda az sayıda hekimin bulunduğu
yerlere hekimlerin hiç bir zaman gitmemesi gibi bir sonuç
da doğabilecektir.
Dolayısıyla
hekim dağılımı optimum bir düzeye ulaştırılmadan yapılacak bu
tür bir mesleki sorumluluk sigortası dağılımı daha da
adaletsizleştirecek, ve bundan dolayı da hizmete ulaşma ve yararlanma
hakkını ihlâl edecek sonuçlar yaratan bir uygulama
olacaktır.
Otopsi
işlemleri
Mevcut
durumda bile tıbbi işlemlere bağlı yaşamın kaybedilmesi durumlarında,
ailelerin talebi göz önüne alınarak otopsi hemen hiç
yapılmamaktadır. Oysa sigorta uygulamasına geçildiğinde
sorumluluğun saptanması bakımından somut delil olduğu için
otopsi çok önemli işleve sahip bir yöntem olarak
ortaya çıkacaktır.
Olumsuzluk
durumlarında kanıtın ortadan kaldırılması bakımından, sonucu doğrudan
hem de maddi bakımdan hekimi ilgilendireceği için otopsi
uygulamalarından tümden kaçınılacaktır. Dolayısıyla
hastane içinde veya hastaneden çıktıktan hemen sonra
olan ölüm ve sakatlanmalara ilişkin muayene, otopsi,
patolojik inceleme vb. uygulamalarla desteklenmemiş bir sigorta
modeli başarısızlığa mahkum kalacaktır. Terine durumda da sorunlar
yaşanacak, insan onuruna yakışır tutum ve davranışların gerçekleşmesi
ortadan kalkacaktır. Terminal dönemde ve herhangi bir malinite
nedeniyle yaşamını yitirmiş bir insanın yakınlarının tazminat
talebinde bulunması olasılığını göz önüne alan bir
hekim, kişi ölür ölmez sorumluluktan kurtulma adına
otopsi talebinde bulunabilecektir.
Bu
durum ise bir yandan otopsi yapıldığında ölü bile olsa kişi
haklarına aykırı bir durum oluşturacak, diğer yandan bu olasılığı
hesaplayan aileler bu durumdaki hastalarını son dönemlerinde acı
ve ıstırabını dindirmek için bile olsa hastaneye
götürmeyeceklerdir.
Ölüm
raporu
Genellikle
ölüm raporları kişinin gömülmesi için
gereken raporlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm
eğitimlere karşın bu tür raporlarda hekimlerin gereken özeni
gösterdiği söylenemez. Hekimlerin bu anlamdaki işlemleri de
tazminat konusu olabilecek durumlara yol açabilir. Burada da
sonuçta söz konusu raporların yazılmasında ortaya çıkacak
güçlükler, yine vatandaşı mağdur edecek, giderek
buradan bir rantın bile doğmasına yol açabilecek sonuçlar
doğurabilecektir.
Sağlık
kuruluşları ve yöneticilerin “kusursuz sorumluluğu”
Olumsuz
sonuçlara yol açan tıbbi işlemlerin bir bölümü
hizmetin verildiği kurumun yetersizliklerine, veya o kurumlardaki
yöneticilerin sorumsuzluklarından kaynaklanabilmektedir. Bu tür
durumlarda da tazminata dayanan mesleki mesuliyet sigortası geçersiz
olacaktır.
Buna
ilişkin kurumsal sorumluluğu kapsamayan bir sigorta modelinin
uygulamaya konulması, sigortaların tazminat ödeyeceği
varsayımıyla durumu değiştirecek çözümlerin
uygulanmamasına bu da yine mağduriyetlerin artmasına yol açacaktır.
Hekim
dışı sağlık personelinin sorumlulukları
hekim
dışı sağlık personelinin sorumluluğu ve sorumluluğun yerine
getirilmemesi halinde oluşacak hukuki durum ve buna karşılık gelen
yaptırımlar ve söz konusu olacak tazminatlar ve bunların
ödenmesi için gerekli sigortalanma ve primlerin ödenmesi
de düşük eğitimli-yetersiz ücretli ve sosyal
güvencesiz sağlık personeli bakımından sorun doğuracaktır.
Onlar
açısından doğacak sorunlar ister istemez hizmeti alan kişi ve
onların yakınlarına da yansıyacaktır. Hekimlerin belki de bir çok
direktifini sadece doğacak sorumluluk itibariyle yardımcı sağlık
personeli yapmaktan çekinecek, bunlar da hasta ve yakınlarının
kendilerine kalacaktır. Bu durumun doğuracağı yanlışlar da sağlık
kurumunun ve hizmet veren sağlık personelinin dışındaki kişilerin
neden olduğu olumsuzluklar olarak gösterilecektir.
Bildirim
yükümlülüğü
Yasaya
aykırı bir uygulamayı yapan kişi hakkında yasaya aykırı davranmaktan
cezai ve hukuksal süreçlerin başlatılması hem bir hak hem
de bir görev olacaktır. Sigortadan maddi karşılık beklentisi bir
yandan bu başvuruların sayısını arttırırken, bir yandan da görevliler
arasındaki yetki ve sorumluluklarla ilgili veya özel çatışmalara
bağlı olarak bir yandan ihbarları çoğaltacak bir yandan da
“kollama”lara yol açabilecektir. İşin içine
maddi sonuçların ve çıkarların girmesi, bu noktada da
yeni rant kapılarına yol açabilecektir.
Yeni
birim ve düzenlemelerin yapılması
Örneğin
bası kurumlarda uygulamaya giren ve aslında tıp ve sağlık
hizmetleriyle ilgisi bulunmayan “kalite güvence bölüm
ve komisyonları” gibi birim ve yapıların oluşması gündeme
gelecektir. Önceki taslakta yer alan “Tıbbi yanlış
uygulama izleme ve değerlendirme kurulu” gibi yeni yapılar ve
bu yapılarda görev alanlar açısından yeni “erk”
ve “etki” alanları ve belki de bunlara bağlı yeni “rant
kapıları” yaratılacaktır. Bunlar da zaten yetersiz kaynakların
yeni ve gereksiz bazı alanlarda kullanılması gibi sonuçlar
yaratacaktır. Tüm bunlar aslında hukuksal süreçlerin
çözebileceği durumlarken, daha karmaşıklaşacak yapılara
neden olacaktır.
Sigorta
yaptırma zorunluluğu
Başlangıçta
gönüllü bir uygulama biçiminde gündeme
getirilse de “mesleki mesuliyet sigortası” yukarıda
açıklanan nedenlerle tüm sağlık çalışanları için
zorunlu hale gelecektir. Aslında bu konuda daha önce gündeme
getirilen taslak da bu yolda olmuştur. Halen meclis komisyonlarında
yer alan taslaklar da böyledir. Böyle olması da doğaldır,
çünkü sigortacılıkta “risk yönetimi”
konusundaki önemli parametrelerden ikisi sigortalanan kişi
sayısı ve prim miktarıdır.
Sigorta
bu anlamda bir kaynak yaratmayı hedeflemektedir. Ödenecek
tazminatlarla organizasyon giderleri ve beklenen karlılığın, toplanan
primden ve o primin getirisinden daha küçük ya da en
azından eşit olması beklenecektir. Bu durumda tazminat talebindeki
başvuruyu engellemek olanaklı olmadığına göre, ya tazminat
miktarlarında sınırlamalara gidilecek ya da primlerde yükseltmeye
gidilecektir. Belirli bir rakamdan daha yüksek primin
ödenemeyeceği de kabul edildiğinde o zaman prim ödeyen kişi
sayısının arttırılması hedeflenecektir. Bu da eğer gönüllük
söz konusu ise, ya sorunu abartarak, ya da primin küçüklüğü
gündeme getirilerek yapılacaktır.
Sigorta
kurumuyla yapılacak sözleşme ve düzenlenecek poliçelerle
ilgili sorunların yaşanması da olasıdır: Öncelikle
“sözleşmenin/poliçenin kapsamı” noktasında
belirsizlikler olacaktır. Hangi tür sorunlarda sigorta
desteğinin sağlanacağı, kapsam dışı tutulan durumlar olup olmayacağı,
olacaksa bunların neler olduğu, sınırlamalar ve kapsam dışı
durumların hangi koşullarda geçerli olacağı önceden
öngörülüp belirlenmeden, genel eğilimler ortaya
konulmadan, bunların değişen ve gelişen tıbbi bilgilerle nasıl ne
şekilde, ne zaman ve kimin tarafından değiştirileceği gibi konular
ortaya koymadan yapılacak sözleşmeler daha baştan “işlemeyecek
sözleşmeler” olarak değerlendirilebilir.
İkinci
bir önemli nokta “sözleşmenin geçerlilik
süresi”dir. Sigortanın geçerli olduğu dönemde
gerçekleşen tıbbi girişimlerin ne zamana kadar sigorta
güvencesi altında tutulacağı, ne zaman bu güvencenin
ortadan kalkacağı önceden belirlenmelidir. Ancak tıbbi olaylar
göz önüne alındığında bunun da mümkün
olamayabileceği öngörülmelidir. O koşulda
mağduriyetlerin nasıl tazmin edileceği konusu gündeme
gelmektedir ki bunun karşılığını ortaya koymak mümkün
görünmemektedir.
Bazı
kurumlarda hizmetin şekli ve ilişkileri göz önüne
alınarak toplu kurumsal sözleşme yapılması istenirse bu durumda
bireysel güvence ve bağlayıcılık nasıl olacaktır. Özel
sektördeki değişik çalışma biçimlerine denk gelen
özel sözleşme modelleri nasıl belirlenecektir.
Sözleşmeyi
yapan sigorta kuruluşlarının öz varlıklarının ve topladığı
kaynakların durumu kim tarafından ve nasıl ortaya konulacaktır. Prim
ödeyenlerin yaptıkları hatalı uygulamalara maruz kalanlar eğer
sigorta kurumunun kısıtlı kaynakları nedeniyle ödeyecek durumu
olmazsa sorunun nasıl çözümleneceği, devletin bu
sözleşmedeki rolü ve işlevi gibi konular net olarak ortaya
konulmadan yapılacak sigortaların “paranın sokağa atılması”
gibi kabul edilmesi kaçınılmazdır.
Hata
yapılma olasılığının daha yüksek ve mağduriyetlerin daha büyük
olduğu konularda, “serbest piyasa” ekonomisi gereğince
daha yüksek primle sözleşme yapılması zorunluluğu, böyle
hizmetleri veren kişilerin hizmetten kaçınmaları gibi bir
durum ortaya çıkarırsa, bu durumda hizmete ulaşma ve
yararlanma hakkıyla ilgili çözümler nasıl
gerçekleşecek, hak ihlâllerinin gerçek
sorumluları kim olacaktır?
Sonuçta
burada mal praktise bağlı tazminatların ödenmesi için bir
yol bulunması hedeflenirken, aslında bir kaynak yaratılması ve bunun
ekonomik alanda kullanılması gibi bir hedefin olacağı baştan
öngörülmelidir. Başka bir deyişle yalnız insanın canı
ve sağlığı değil, hekimlik mesleği ve hekimlerin kendileri de
“piyasaya düşme” durumuyla karşı karşıyadır.
Kamu
adına sağlık hizmetinin sorumluluğunu üstlenen devlet de, özel
sağlık kuruluşları da en azından tazmin sorumluluğunu üstlerinden
atmak için bir sigorta sistemini öngörmekte ve
tazminatı sağlık çalışanına hem de hata yapmadan önce
ödetmeyi hedeflemektedir.
Burada
oluşacak sigorta gelirinin yaratacağı rantın paylaşımı da ayrı bir
hedef olarak görünmektedir. Başka bir deyişle amaç
malpraktisi önlemek ya da mal praktise yol açan sağlık
personelini hizmet sisteminin içinde elemek ya da eğitmek ve
suçlu olanı cezalandırmak yerine malpraktisin çözümünü
salt tazminat noktasına indirgeme mantığına yer verilmektedir.
Bu
sistem ABD'de uygulanan bir sistemdir. ABD sağlık göstergeleri
açısından harcadığı paraya göre sağlık hizmeti açısından
geri bir ülkedir. Burada bu tür sistem yalnız sigorta
şirketleri ve bunları pazarlayanların işlerine bir de bu konuda görev
yapan bazı hukuk insanlarının işine yaramaktadır. Tersine “çekinik
tıp” adı verilen, insanları sağlık hizmeti alamama
noktasına iten bir duruma ve bir tür hak ihlaline yol
açmaktadır.
Ülkemizdeki
sağlık personelinin büyük bir çoğunluğu kamu
kesiminde görev yapmaktadır. Eğer kamu sağlık kurumlarında
çalışanlar da sigortalanmaya başlarsa, bu koşulda ödenmesi
gereken primlerin bir bölümü de kamu tarafından
ödenecektir. Sigorta kuruluşlarının her koşulda “özel”
kuruluşlar olacağı düşünülürse bu durumda
sigortanın ana kaynağının aslında devletin yani kamunun kaynakları
olacağı, başka bir deyişle kamu kaynaklarıyla özel sigorta
kuruluşlarının finanse edilmesi gibi somut bir durumla karşı karşıya
olunduğu söylenebilir. Bu miktarın önceki taslakta olduğu
gibi yıllık 80-100 YTL olması durumunda toplam 350.000 sağlık
çalışanının olduğu kamu sağlığı alanında yılda 28-35 Milyon
YTL (yaklaşık 20-21 Milyon Avro)'nun sigorta sektörüne
kaynak olarak aktarılacağını söylemek mümkündür.
Böyle
belirlenirse toplanacak kaynağın aslında çok düşük
bir yekun tutacağı, dolayısıyla prim miktarının yükseleceği
öngörülebilir. Diğer bir olasılık da özel sağlık
kurumlarında çalışanların daha yüksek prim ödemeleridir.
Bu durumda ise bu kurumlarda çalışanların gelirleri daha
azalacak, diğer yandan yalnız başına ve kendi hesabına çalışma
durumunda olan sağlık çalışanlarını özellikle de
hekimleri çok daha olumsuz etkileyecek bir sürece
girilecek ve belki de bu tür çalışmanın ortadan kalması
noktasına ulaşılacaktır. Bireysel düzlemde yapılacak
sözleşmelerde prim miktarlarının arttırılması da bir yandan
hekim aleyhine bir durum yaratırken, ondan hizmet alanların ödediği
ücretlerin yükselmesine yol açabilir. Bu da hekimler
arasında eşitsizlik yaratacak, farklı değerlendirmelere yol açacak,
mesleki ve etik bakımından çatışmalara yol açacak bir
durum olacaktır.
Tüm
sağlık çalışanları özel ya da kamuya ait sağlık
kuruluşlarında toplanma durumunda kalacaklardır. Büyük bir
olasılıkla da bu kişiler yeniden kamu kesimine dönecek ve "part
time" çalışmayı yeğleyeceklerdir. Bu ise tam gün
çalışmaya ilişkin taleplere bir kez daha ket vuracak, kamuya
ait sağlık kuruluşlarının kar getirecek işletmeler olması sürecini
hızlandıracaktır.
Bir
başka önemli nokta da bu tür sigortacılık konusunda
deneyimli sigorta kuruluşlarının olmamasıdır Önceki taslakta söz
konusu mesleki sorumluluk sigortasını yapacak sigorta kuruluşlarını
net olarak tanımlanarak yalnız “kaza sigortası” yapan
sigorta şirketlerine bu hak verilmekteydi. Bu da sorun yaratmaya aday
bir durumdur. Çünkü konu itibariyle durum çok
farklıdır. Kaza sigortalarında tazminatlar kazaya uğrayanın kim
olduğundan bağımsız bir şekilde “kafa sayısına” göre
“standart” olarak belirlenmektedir. Mesleki mesuliyet
sigortasında böyle olursa, hizmet alan mağdur olacaktır. Özel
şekilde belirleme durumunda da çok sayıda “iflas”
eden sigorta kuruluşunun ortaya çıkması “kehanet”
sayılmamalıdır.
Medeni
hukuk ve borçlar hukuku ile ilgili düzenlemeler, sigorta
şirketinin önerdiği tazminatı kabul etmeyenler için hâlâ
mahkeme yoluyla “tazminat almayı” mümkün
kılmaktadır. Bu durum da sigorta şirketlerinin her durumda eskiden
olduğu gibi mahkeme yolunu kullanmasına neden olacak, bu ise
mağduriyetin giderilmesi temel alındığında, mağdur olanı, şimdi
olduğu gibi bir kez daha mağdur eden bir sürecin yaşanması
sonucunu doğuracaktır.
Bilirkişilik
kurumu ve değerlendirme
Sorumluluğun
saptanması ve sigortanın ödeyeceği tazminatın belirlenmesi
konusunda da tıpkı trafik sigortasında olduğu gibi bir tür
uzman(eksper=bilirkişi) desteği gerekecektir. Bu noktada doğru
değerlendirmelerin yapılabilmesi için gerçekten
hekimliğin her tür uygulamasını bilen, bir yandan da zararı
belirleme noktasında bilgisi olan gerçek uzmanlara gerek
duyulacaktır.
Şimdiki
durumda görev yapan resmi bilirkişilik kurumları bu noktada
görevli ve yetkili olacaktır. Ancak bu kurumlarla ilgili gerek
nitelik gerekse nicelik yönünden sıkıntılar olduğu
unutulmamalıdır. Dolayısıyla bir süre sonra artan talebe yanıt
verememe durumu da söz konusu olacaktır. Bu ise ya yeterli
uzmanlığı olmayan yeni bilirkişilerin oluşmasına neden olacak, ya da
beklenen sonuçların gecikmesi gibi bir duruma yol açacak,
bunun olmaması için de kısa sürede ve yetrsiz
değerlendirme sonucu verilen kararlarla sık olarak karşı karşıya
kalınması durumu ortaya çıkacaktır.
Söz
konusu fiillerin cezalandırılması ve tazminatla ilişkisi
Sanılanın
tersine hekimlere ve sağlık çalışanlarına getirilen “mesleki
sorumluluk sigortası” kötü, yanlış, kusurlu
durumlardan kaynaklanan “cezai yargı süreçlerini”
engelleyecek, hekimleri ve sağlık çalışanlarını kurtaracak bir
süreç değildir. Dolayısıyla söz konusu sigorta
sistemi yeni TCK ile belirlenen ağırlaştırılmış yaptırımlara karşı
bir koruyucu kalkan değildir ve olamayacaktır da.
Önceki
taslakta mevcut bulunan "Kanunlarda gösterilen ceza hükmü
uygulanır” şeklindeki bazı düzenlemeler düşünüldüğünde
mesleki mesuliyet sigortasının sağlık çalışanlarındaki bu
yoldaki beklentilerinin ne kadar boş, dolayısıyla sigortaya yöneltme
konusundaki çabaların da ne kadar “kandırmaya yönelik”
olduğu anlaşılacaktır. Cezai soruşturmalar sonucunda gerek hürriyeti
bağlayıcı cezalar, gerekse meslekten men şeklindeki yaptırımların da
söz konusu olabildiği düşünüldüğünde,
hekimlerin kendi geleceklerini garantiye alacak “sigorta”
modellerinin peşine düşmeleri daha olası görünmektedir.
SONUÇ
Sağlık
hizmetleri ve bu hizmet içinde gerçekleştirilen
uygulamaları tanımlayan, bunları yapacak kişilerin nasıl, neye göre
belirleneceğini, eğitim ve denetiminin nasıl yapılacağını, bunlara
uymayanlarla ilgili yaptırımların uygulanmasına ilişkin kuralların
belirleneceği yasalara gereksinim olduğu açıktır. Ancak
bunların içinden ticari rant aktarımına yarayacak olanların
cımbızla ayıklanıp ortaya konulması ve yasalaştırılmak istenmesi,
toplum sağlığı ve esenliği ile tıp gibi bir uzmanlık alanının sahip
olduğu değerler ve ilkelerle uygun olmayan bir tavırdır. Bu nedenle
sağlık çalışanlarına getirilecek olan “mesleki
sorumluluk sigortası” gönüllü bile olsa
uygulamadaki hiç bir sorunu çözmeyecek,
“palyatif” bile sayılamayacak bir önlemdir. Ülke
gerçekleriyle birlikte düşünüldüğünde,
bu uygulamanın kısa sürede beklenmedik yeni sorunlar yaratan ve
bu nedenle vazgeçilen bir uygulama haline gelmesi olasıdır.
Önemli
olan nokta gerçek sorunun ve nedenlerinin saptanması ve soruna
taraflartın tümünün işbirliği ile çözüm
bulunmasıdır. Sağlık hakkı temel ve onsuz olunamayacak bir hizmeti
gerektirir. Dolayısıyla bu hakkın gerekleri tam olarak yerine
getirilmeden, bu hakkın gereği hizmetlerin bir bölüğmüyle
ilgili bir alanda yapılacak bir çözüm, bütünle
birlikte düşünülmediğinde eksik dolayısıyla yanlış
olacaktır.
03.07.2005