SACHS'IN HASTALIĞI "YAZILI OKUMALAR"
1. "Kapıyı çalınız ve giriniz" İbadet yerlerinin kapısı kapalı olmaz. Çünkü inananların her zaman tanrıya yakın olmak ve yakarmak isteyebilirler ve buna bir sınır konamaz.Bunun gibi kamuya her an hizmet adliye, itfaiye, kolluk ve güvenlik güçlerinin hizmet verdiği yerler de sürekli açık olmak zorundadır. En az bunlar kadar önemli bir başka kurum sağlık hizmeti verilen yerlerdir. Günümüzde bu kurumların hepsi sürekli açık değildir. Vardiyalı çalışanlar veya nöbetçi bulunduran kurumlar gündüz ve gece hizmet verirler. Bilir misiniz size daha önce anlattığım sağlık ocaklarında da hizmet "24 saattir". Bu kural genellikle kırsal kesimde uygulanmıştır. Ama uygulanmıştır. Çünkü "birinci basamak hizmetin" temel unsurlarından birisidir süreklilik. Anlaşıldığı kadarıyla Fransa’da da öyle. İnsanlara sağlık hizmeti verilen tüm kurumların kapıları hep açık ve içinde her zaman birileri olmalı. Bunları "Sachs'ın Hastalığı" kitabının hemen girişindeki Dr. Bruno Sachs'ın muayenehanesinin anlatıldığı ilk bölümde yer alan ve yazımın başında tırnak içinde verdiğim sözlere değinmek için yazdım. "Neden böyle bir muayenehane tanımlanıyor" diye düşündüm. Sachs çok haklı. Onun çalıştığı yer, yani muayenehanesi herkese açık bir yer olmalı. Kimse hiçbir ön koşul aranmadan oraya girebilmeli. Çünkü sağlık gereksinimi başka bir şeye benzemez. O bir hak: Gereksinildiği anda hizmete ulaşılabilmeli, bu gereksinim karşılanabilmeli ve bunun gereği olan hizmetlerden yararlanılabilmeli. Bunu hep birlikte verdiğimiz vergilerle oluşturduğumuz "kaynak"tan, ayrımsız herkese eşit bir şekilde hizmet etsin diye kurduğumuz "devlet" sağlar. Sağlamalı; varlık nedeni bu çünkü. Bunu oluşturmak ve onun sürmesini sağlamak bizlerin "yurttaş", devleti işletenlerin de "hizmet veren" olarak, doğrudan bizler tarafından kağıda dökülmese de, karşılıklı olarak yaptığımız bir "sözleşme"nin gereğidir. Bu sözleşme 200 yıldan uzun bir süredir yürürlüktedir. Teker teker kendi başımıza elde edemeyeceğimiz, sağlayamayacağımız iş ve hizmetleri bu biçimde ortak davranarak sağlarız. Kendine özgü bir "organizasyon" olarak "toplum olmak" bu anlama gelir. Sağlık hizmeti veren birimlerde hizmet veren kişiler, "hekimliğin özü itibariyle" böyle olduğunu bilerek bu mesleğini seçerler. Öğrenim aşamalarında bunun bu denli ayrımında olmasalar da zaman içinde böyle olduğunu görüp anlarlar. Ama daha iyisi bu düşüncenin daha okul sıralarında aktarılması ve uygulamasının da gösterilmesi gereklidir. Çünkü onun bile kendi içinde işin değişik yanlarıyla uğraşan uzmanlık alanları vardır ve bir hekim bu bağlamda kendi seçimini kendisi yapabilmelidir. "Doğrudan hizmet" etmeyi seçenler bu kurala uymak zorunda olmalıdırlar. Aklı ve duyguları buna uygun olmayanlar ya başka meslekler bulmalı, ya da bu tür bir hizmetin dışındaki alanlarda, örneğin eğitici, araştırmacı olarak çalışmalıdırlar. Bunun kitabının hemen başında tanımlanmasının bence önemli bir nedeni de hasta ya da hizmetten yararlanan ile hekim yani hizmeti sunan arasındaki "güven duygusu"nun yaratılmasıdır. "Hekim seçme hakkı" hasta haklarının temel unsurlarından birisidir. Bir hasta bir hekime kendisi seçerek gidiyorsa zaten bir "güven" oluşmuş demektir. Ama zorunlu olarak başvurduğunda bir "asgari gerekliliklerin sağlanacağından" emin, dolayısıyla ona karşı bir "güven" duygusuna sahip olduğunu belirtmiş olur. "Güven duygusu" karşılıklıdır. Size güvenmeyen bir insana güvenmezsiniz. Ya da sizin güvenmediğiniz bir insanın da size güven duyması çok olanaklı değildir. Hasta güvendiği Dr. Sachs'a gittiğinde daha kapıdan girerken bu güvenine karşılık bulduğunu içinde duyumsayabiliyor. Çünkü Dr. Sachs'ın muayenehanesinin kapısı içerde doktor yokken de açıktır ve girip onu beklemek olasıdır. Çünkü Dr. Sachs kendisine güvenerek kapısına gelen her hastasına güven duyduğunu belirterek onunla hasta-hekim ilişkisine girmektedir. Sağlık kurumlarının kapıları açık olmalıdır. "Yanlışlar" kapalı kapıların önünde başlar ve genellikle de "kapalı" kapıların arkasında yapılır. Kapısı açık olan kurumlarda bu bilindiği için her şey açık seçiktir ve açık olmak verilen hizmetin "iyi ve yanlışsız olmasını" sağlayan önemli bir unsurdur. Açıklığın olduğu yerde kontrol ve denetim süreklidir.
"İyi günler baylar bayanlar.." Kapının açık olduğu yerlerde "insanlar da birbirlerine açıktır". İlişki daha kolay kurulabilir. Kapıyı tıklayarak, "giriniz" sözünü işittikten sonra girdiğiniz yerlerde, size "giriniz" diyen daha baştan üstünlüğünü hem tavır ve hem de sözel olarak ortaya koymuştur. Orada bir "aslık üstlük" yani" egemenlik" ilişkisi söz konusu olur hemen. Oysa kapısı açık olan yerlerde herkes olabildiğince "eşit ve aynı"dır. Orada bir "merhaba" sözü ile ilişki başlayabilir. Bu işin kamusal yanıdır. Ama en az onun kadar önemli bir nokta da "kişisel" tutumdur. Birey olmadan bireyci olmanın, beni merkeze alıp dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanmanın, kendi dışındaki herkesi yok saymanın en tipik göstergelerinden birisi bence herhangi birini görünce yapılan uygar insan davranışlarından biri olan "selamlama" eylemini yapmamaktır. Kuşkusuz bu bir gelişme ve kültür sorunudur. Ya çocuklukta öğrenilir ve alışılır, ya da insan düşünür, bunu bilincine çıkarır, kendisini zorlar ve sonra kendiliğinden bir davranış haline getirir. Bu süreç aslında "insan"a doğru evrimleşmenin aşamalarından birisidir. Genel insan ilişkilerinde de önemli olan "selamlaşma" eylemi, sağlık hizmetlerinde başka bir anlama bürünür. Orada yapılan ve algılanan sadece selamlaşma değildir. Sıcak olması beklenen bir ilişkinin ilk anıdır. Bir beklentinin yanıtlanmasıdır. Hemen yakındaki bir geleceğin kestirilmesidir. Her şeyin iyi olacağını garantileyen bir simge bir işarettir aynı zamanda. Tüm bunlar "güveni" oluşturan en önemli unsurlardır. Yapılmadığında tam zıddı anlaşılır, anlaşılmalıdır. Başka bir anlamı yoktur. Bunu daha önce olağan bir davranış haline getirmeyenler için en azından "temel tıp eğitimi" sırasında öğrenmeleri gereklidir. Eğer o zaman öğrenemezlerse onlara yaşam "başka bir şekilde" öğretir ve bedeli de "daha büyük ve daha acıtıcı" olur. Bu süreçte öğrenilirken yine "hekim hasta ilişkisi" söz konusudur, ama öğrenen ve öğreten yer değişmiştir. Bir rahatsızlık doğar karşılıklı olarak. Yatağının kenarına gelen doktorun "günaydın" demeden sorununa yönelmesini bir hasta "iyi gitmeyen", belki de "yaşamımıza mâl olacak" bir durumun işareti olarak algılar. "Düş kırıklığı yaşar ve umutsuzluğa kapılır". Hekimin iyi ve doğru olarak yaptığı şeyler de umduğu sonuçları vermez, çünkü bu süreç iki tarafın da bilerek isteyerek, umut ederek "katıldığı" bir süreçtir, birisi orada olmadı mı, gereken katılımı sağlamadı mı istenen sonuca ulaşılamaz. Hekim sonunda bunu öğrenir, "selamlaşmanın önem ve anlamını" kavrar ama bu hem ona hem de hizmet verdiği kişinin ödediği bir bedelle sağlanır. Dr. Bruno Sachs muayenehanesine girdiğinde de, devamlı izledikleri, olası hastaları, komşuları ve ilişkide olduğu herkesle her karşılaşmalarında selamlaşıyor. Bu selamlaşmanın herkes açısından farklı bir anlamı var. Dr. Sachs da bunların ayrımında ve selamlaşmanın ardından kurduğu ilişkide buna özen gösteriyor. Bir de yüzüne gerçekten içten bir gülümseme kattığında, hava ne kadar soğuk olursa olsun bir sıcaklık, durum ne kadar kötü olursa olsun bir iyimserlik ortamı kaplıyor. Filmde de çok iyi bir şekilde verilen bu atmosfer romanda da aynen algılanıyor. Bence çok da öğretici bir şekilde ifade ediliyor. Gündelik yaşamımızdaki olumsuzlukların etkisiyle her an mutlu ve mutluluk dağıtan, iyi ve iyimserlik yayan bir davranış içinde olamayabiliriz. Bir dolu sorunun yaşandığı bir ülkede ve dünyada bunları algılamayıp etkilenmemek ancak vurdumduymazların ya da aklı yerinde olmayanların tavrı olabilir. Onun için çok kolay değildir, bunca olumsuzluktan etkilenirken bunu bir şekilde dışa vurmamak. Ama hastalarımız tüm bu olumsuzluklara ek olarak bedenleri ve sağlıklarıyla ilgili başka ek olumsuzluklar yaşamaktadırlar. İşte bizim nasıl olmamızı ve nasıl davranmamızı belirleyen kritik nokta budur. Elbette birçokları "dünyanın kötü" olduğunu düşünür.Elbette çok fazla sorun vardır bu dünyada. Gücümüz hepsini hemen çözmeye de yetmez. Dahası bunlara ek olarak hastanın bir sorunu vardır. Ona göre onun sorunu da çok acildir. Onu çözebilecek tek kişi de başvurduğu hekimdir. İşte sıfır ya da başlangıç noktası budur. Dolayısıyla bu sıfır noktasını eksiye çekecek ek olumsuzlukları bir yana koymak ve böyle olduğunu göstermek gerekir. Bir "günaydın" ya da günün saatine göre seçilmiş başka bir sıcak selamlama sözü o sıfır noktasının nerede konumlandığını göstergesidir. Kuşkusuz bu yeterli değildir. Bir hekim her an görev başındadır. Dolayısıyla iyi bir hekimin bu tavrı her an ve herkese karşı gösterebilen hekim olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz bunu hizmetten yararlanan da yapabilir, oluşturabilir ya da sağlayabilir. Ama bunu temel kabul etmek ve böyle olmasını istemek zaten en azından sağlıklılık ve kaygı anlamındaki "mevcut bir eşitsizliği" daha da büyütmek anlamına gelecektir. "Gülümseyerek dudaklardan dökülen, sıcak bir merhaba"ya hastanın ve onun yakınını daha çok gereksinimi vardır; hekime güvenebilmek ve işin sonunun iyi olacağı umudunu korumak için. "MERHABA".
27.01.2008/GÜMÜŞLÜK (Sachs'ın Hastalığı bir hekimi ve hastalarla ilişkisini anlattığı için ve oradan çıkarak bunları yazdığım için özneyi hep "hekim" olarak ifade ediyorum. Ancak aslında sağlık hizmeti verenlerin tümü için benzer düşüncelere sahibim. Ben sağlık hizmetini bir ekip hizmeti olarak görüyorum ve böyle kurgulayarak bir ayrım yapmadan düşüncelerimi bu ekibin tüm üyelerini kapsayacak şekilde belirtiyorum.) |
ANCAK KAYNAK BELİRTEREK ALINTI YAPILABİLİR. |